Sol Anahtarı

Seni kendi ellerimle cennete bıraksam kaçmak için sonsuzluğu arşınlamayı seçerdin; mutlu olman için elimden geleni yaptım ademoğlu, sense beni bezdirdin.

Durumu şöyle özetleyebiliriz: Sessizliği tanrının bir lütfu olarak görüyorum, karanlığı her gün gözümü kırpmadan bekliyorum, yalnızlık dost haneme dostane bir mutlulukla gelsin isterim, hiçliğin içinde benliğimle bir olmak için varımı yoğumu verebilirim ve şu an, tüm bu söylediklerime sahipken, kendimi buradan kaçabilmek için plan yaparken buluyorum. Sanırım ben insanım.

İstediği her şeye ve daha fazlasına sahip insan. Örneğin kulaklarım olmadan yaşamayı çok isterdim. Aklımdan bir nota tutsam, onunla bir ömrü besteleyebilirdim. Bestelerimle beslediğim sessizliğimleyse bir ömür ölüm özlemimi dindirirdim.

Ya da her derin nefeste müebbet hapse mahkum ettiğim kokun ciğerlerimden firar edecek korkusu taşımasaydım bu kadar çabuk yenilmezdim. Nefes almayı da bu yüzden pek sevmedim.

Ama doğar doğmaz lanetlenen her masal kahramanı gibi ben de hikaye mutlu sonla biter umudu taşıdığımdan, sayfalarca taşıdığım bu yükü meraklı bir çocuğun dikkat kesildiği sözcüklere gizledim.

Eğer başımdan geçenlerin, aklımdan geçenlere denk düşmesi için bir tek atmak ya da tek bir adım atmak arasında kalsaydım omzumdaki yeşil periden Van Gogh sabrı dilerdim.

Duyuyorum, evet sizleri çok net bir şekilde duyuyorum; tavrım tüm bu memnuniyetsizliğinizin kötü bir kopyasından ibaret o yüzden. Elimde olanlara bir türlü sevinemiyorum, nedense bir türlü yetmiyor sahip olduklarım. Renkleri aramam gerektiğini söylüyorsunuz, oysa ben karanlığın siyahında hepsinden bir parçayım. Kuşların cıvıldamasından bahsediyorsunuz, halbuki ben içimdeki kelebeklere aşığım. Birinci tekil şahsımdan -lerler, -larlar üretme çabasındasınız, ama siz zaten çoksesli düşüncenin varlığından habersiz çok fazla ses çıkarttınız. Susmalısınız... hepiniz. Susup beni Stockholm sendromumla yanlız bırakmalısınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder