Demek İstediğim

İnsanın aklına bin türlü şey geliyor, not defterleri o yüzden bu kadar çabuk biter hep. Bazense kişi, aklındakiler akıntıya kapılıp gitsin istiyor, işte budur suya yazı yazmaktaki asıl sebep.

Şüphesiz ki net yargılara kuşkuyla yaklaşmak pis bir dürtüdür. Bunu bir kutsal kitapta okumuştum; hangisi tam emin değilim, zaten hangisi olduğu önemli de değil. İstersen senin için, içinde Hubble Uzay Teleskobu ve Googleplex geçen bir kutsal kitap yazabilirim ve bu sadece iki günümü alır.

Şüphesiz ki biz fazlasıyla şüphecilikten kafayı yemişiz.

Tanrı dediğin böyledir. Senin septik olup olmadığın konusuna kafayı fazlasıyla takmış, çoğul kişilik bozukluğunu gizleme gereği duymayan garip bir edebiyatçıdır. Gerçek hayatta karşılaştığın vakit içindeki acıma duygusundan fazlasını harekete geçiremeyecekken, malikanesinde inzivaya çekilmiş halde Nobel'e aday kitaplar yazıp, imza günlerine katılmadıkça ilahlaşır. Hem bilirsin, insan en çok da daha önce hiç göremediği şeylerden hoşlanır.

Zihin, yarattıklarına itaat etme konusunda daha bir heveslidir. Ne de olsa O'nu elleriyle dünyaya getirmiştir. Gerçekten çok gerekçelerden güç alan bu varlık, insanın içinde doldurduğu boşluk kadar engin, aklından geçenleri ötelediği kadar zeki ve hepi topu bir hafıza kaybı kadar yücedir. Çünkü beyin en beylik cümleleri bile bir kalemde silmeye meyillidir.

Boşver; nasılsa tüm bunlar, unuttuğun anların toplamı içindeki umuttan büyük olmadığı sürece saçmalıktan ibarettir.

Şüphesiz ki biz aramaya inanmışların ve kendini şanslı hissedenlerin önlerine çıkan ilk sitedeyiz; biz çerezlerle birlikte silinmeyeniz.

Bu arada hala aynı yerdeyim. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Sanırım sessizlikten sıkılan ruhum sağır olup olmadığımı anlamak için avazı çıktığı kadar bağırıyor. Neyse ki kör olmadığımdan emin gözlerim karanlığa fazla aldırmayıp göz yaşlarına boğulmamam için elinden geleni yapıyor.

Kulaklarım uğulduyor. Başım dönmeye başlıyor aynı anda. Çevremde bir şeylerin de dönerek bana eşlik etmesi iyi olurdu aslında. Çünkü bu zifiri tablodan yeterince feyz aldım bana kalırsa, yeterince anlam yükledim tüm bu yokluğa.

Saçmalıyorum, yine ellerimi bir yerlere tutunmak için sağa sola savurmaya başladım. Bunu yapmayı çok uzun zaman önce bırakmamış mıydım? "Öğrenilmiş çaresizseniz, bildiklerinize çare sizsiniz." derdim aslında uzaktan bakıyor olsam bu manzaraya. Ama kendime yaklaştıkça, bildiklerimden kaçmaya çalışıp nasıl nefes nefese kaldığımı gördüğümden acıyorum bir süre sonra. Değersizlik falan da değil bu hissettiğim, başka bir şey. Anlatmak isterdim ama çehrem çoktan çöpü boylamış roman müsveddeleri gibi şu anda.

Ellerimi mideme götürüp gözlerimi yumuyorum, yani sanırım. Yine beklemekten başka çare göremiyorum. Kendi etrafında, bu da yetmezmiş gibi benim etrafımda dönüyor başım. "Zaman zarfı" ne demek diye yıllarca merak etmiştim. Halbuki şimdi, adresimi pek de net vermediğimi fark ediyorum. Geçmiyor dakikalar, vakit sona ermiyor bir türlü, şüphe duymaya başlıyorum yine kurtulacağım fikrinden. O sırada Hubble Uzay Teleskobu'ysa bir kaç fotoğraf gönderiyor benim de içinde bulunduğum koca evrenden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder